1 Mayıs 2010 Cumartesi

Vatandaşı Cezalandırmak

Devlet dairelerine gideceğim zaman tüylerim diken diken oluyor.
Gitmemek için binlerce gerekçe yaratıyor, hatta mecbur kalmadıkça gitmiyorum.

Gidersem de mecburen gidiyorum.
Başka bir çözüm yolu bulamadığım için gidiyorum.
İşim bitip de devlet dairesinden çıkınca da büyük bir oh çekiyorum.

Hizmet mi alıyorum, dayak mı yiyorum belli değil.
Hart, hart…
Adeta, beni ne uğraştırıyorsun?..
Seninle mi uğraşacağım?…
Sen de nereden çıktın?.
Daha binlerce buna benzer mimik.

Ben para ödüyorum kardeşim…
Devlet ekonomisine katkıda bulunuyorum…

Yok, sanki öyle değil de; bana hizmet veren eleman, bir angaryayla karşı karşıya, kendi sorumluluğu olmayan bir işi birilerinin zoruyla yapıyor…

İçimden, siz nasıl elemansınız, demek geliyor; ancak desem de hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiğim için susuyorum.
Çok iyi biliyorum ki sızlansam da, laf söylesem de hiçbir şey değişmeyecek.

Boşu boşuna sinirlerim bozulacak.
Boşu boşuna vakit kaybedeceğim.
Belki de başım belaya girecek.

Ama ben yine de söyleyeyim:
Benim işim, sizin işiniz.
Benim verdiğim işi yapmak için sizlere para ödeniyor.
Benim işimi hakkıyla ve güler yüzle yapmakla yükümlüsünüz.

İşinizi beğenmiyor olabilirsiniz.
Beğenmiyorsanız da o işten sorumlu siz olduğunuz için kendinize saygı adına o işi hakkıyla yapmalısınız.

İmkanlarınız kötü, maaşınız düşük, bu yüzden de mutsuz ve isteksiz olabilirsiniz.
Ama şunu unutmayın sorun’un muhatabı vatandaş değil.
Sorun’un muhatabı da çözüm mercii de devlet.

İşte bu yüzden de öncelikle koşullarınızı işvereninize (devlete) anlatacak, hakkınızı arayacaksınız.
Yok, hala hiçbir şey değişmiyorsa o zaman o işi bırakacaksınız.

Bırakmıyor ya da bırakamıyorsanız, mecburen işinizi hakkıyla yapacak, sizin koşullarınızla hiçbir ilgisi bulunmayan sıradan vatandaşı cezalandırmayacaksınız.

Hiç yorum yok: